Edebiyat İsyanı!!

Radikal'in teknoloji sayfasından 11/06/2007 tarihli ve sinire dokunan bir haber daha ..
" Web dünyasının emlak kralları
Artık neredeyse yaygın hiçbir dilin kelimelerini web sitesi adresi olarak kullanmak mümkün değil. Çünkü hepsi alınmış durumda. Peki kim bu adres avcıları?

İnternetin popülerleşmeye başladığı yılların en çarpıcı haberleri yüksek bedeller karşılığı satılan web adresleriydi. Kimi örnekleri milyonlarca dolara alıcı bulan adresler bir anda yüz binlerce kişinin alınmamış adresleri avlamasını tetiklemişti. Bugün gelinen noktada internette sonu .com ile biten bir adres bulabilmek tamamen tesadüflere bağlı...
Artık milyonlarca dolara satılan adreslere rastlamıyoruz, ancak yeni trend birçok adres toplayıp bunu reklamlarla donatarak kazara da olsa gelen ziyaretçilerden para kazanmak. Bu alandaki en büyük şirketlerden biri ABD kökenli NameMedia. 725 bin web adresine sahip şirket sadece geçtiğimiz sene bu sitelerden 120 milyon dolar kazandı. Üstelik NameMedia'nın sitelerinin neredeyse tamamı sadece reklamlardan ibaret bir sayfadan oluşuyor. Ancak kimi adresler de tek bir içerik sahibi adrese yönleniyor. Örneğin firma portföyündeki fotoğrafçılıkla ilgili 6 bin adresin hepsini photography.com adresli sitesine yönlendiriyor. Conlin, internet kullanıcılarının yüzde 10'unun arama yapmadan doğrudan konuyla ilgili aklına gelen bir adresi yazdığını söylüyor. NameMedia siteleri her ay 60 milyon ziyaretçi topluyor. Firmanın kârlılık oranıysa yüzde 40. "
Şimdi sormak istiyorum, gerçekten sabahlayıp, emek verip özgün içerik geliştirmeye çalışanlar enayi mi?
Ben bir edebiyat düşkünüyüm. Evet, kelimenin gerçek manasında düşkünüm.
Ne bu blogları, ne sitelerimi kurarken ki ilk amacım, sayfalarımı reklam manyağı yapıp google'dan parayı vurmak değildi. Ben yazıyorum. Mecburen. Mesleğim bu. İçimden geliyor, tutamıyorum. Ve her yazan gibi, okunmayı arzuluyorum. Kendimi okutabileceğim en rahat olanak günümüzde blogsa, site yapmaksa, ben de tek başıma dergi basmanın yükündense internet yayıncılığını tercih ediyorum. Ve inanın henüz zaruri giderler olan sunucu, alan adları vs.nin bile maliyetini çıkartabilmiş değilim; bırakın google'dan parayı vurmuş olayım.
Ziyanı yok, dedim ya kendimi tutamadığım için yazıyorum.
Edebiyatı karşılıksız severseniz, o da size elbet bir gün geri döner.
Belki çok yüksek maliyetli bir yatırım,
belki "edebiyat yapmak" kent romantikliği artık.
Varsın olsun, sevdim bir kere...

işte öyle bir şey..

"..
Soğuk.
Dondurucu değil belki ama,

buza yakın bir soğuk..
Paylaşılmadıkça daha da soğuk olan soğuklardan.

Yalnızlığın soğuğuna denk bir, lodos soğuğu..
mürekkebi donduran cinsten..
30saniye ile kaçırılan vapurların öfkesi gibi soğuk.
Çayla veya ellerini birbirine sürterek ısınmana izin vermeyen bir soğuk.

İnsanı bir dilenciye,
bir şaire,
ya da bir martıya
çevirebilecek kadar çok soğuk.
ve lodosa inat alabildiğine sakin bir deniz.
denizin kıyısında açgözlü martı;
açgözlünün gagasında ekmek parçası;
denizin kıyısında bir şair bozuntusu,
bozuntunun elinde mürekkebi donan
bir kalem...
açgözlü martı,
şair bozuntusu,
ikisi de boğaz derdinde,
Boğaz lodosun derdinde.
lodosun takıntısı soğuk,
o da fanileri dondurmanın derdinde..."

08.01.07 beşiktaş-istanbul.

itfaiyecili reklam

ben mi çok muhafazakarlaşıyorum yoksa bu video başka "normal" insanları da benim kdar rahatsız etmiş olabilir mi? yoksa sadece komik mi?




sonunda verdiği mesaj hiç iç açıcı değil bir tüketici gözüyle.

ya da ben pazarlamacı olmak için fazla duygusalım...



saatleri ayarlama enstitüsü










Siz, saatleri yaşadınız.

Zamantaşlarını...

Niceldir saatler...
Adsızdırlar. Renklerini, kokularını kişiselliklerden alırlar...Siz, saatleri yaşadınız.

Henüz sözcük haline dönüşmemiş, ya da bir sözcük karşılığı oluşmamış durumlar yarattınız.... Aylar ayları açıklıyor. Saatler saatleri kum saatiyle açıklayabiliyor.

Açıklanmayan tek şey, AŞK..
Cemal Süreyya

Sevgili Murat hocadan tarih dersi


Kültür hazinesi sayın Murat Belge hocam bugünkü yazısında, yakın zaman Türk siyasi tarihine giriş yaparken, Avrupa'daki toplumsal ve siyasi oluşumlara dair örnekler ve ipuçları veriyor.
evet "Biriciğiz" ama belki o kadar da biricik değilizdir..
Buyrunuz, bu teorik sosyo-tarih metnini aşağıda aktarıyorum. (Radikal'de okuyucu yorumu yapamıyorsunuz, burda yapabilirsiniz, daha ne olsun:)

Benzersizlik özlemi

Murat Belge 08/06/2007
En son salı günü yayımlanan yazımda, 'Asya üretim tarzı' kavramının Türkiye'yi anlama girişimlerinde oynadığı rol üstüne birkaç şey söylemiştim.

Bugün bunu biraz açmak istiyorum. Bu kavramın bizim tarihçiliğimiz çerçevesinde oynadığı rolün olumlu olduğunu düşünmekle birlikte, 1) Osmanlı toplumunun temel yapısını açıklamakta ve 2) Modern Türkiye'nin siyasi üstyapısını açıklamakta yeterli olduğu kanısında değilim. Bugünün Türkiye'sinin niçin böyle bir ülke olduğunu anlamak üzere, o kadar eskilere gitmek bence çok yararlı bir uğraş değil, 'modernizasyon' sürecinin kendisine bakarak çok daha verimli sonuçlar alabiliriz. Bu sürecin 'özne'si kim, öznenin 'ideoloji'si nasıl bir ideoloji, süreç nasıl bir ortamda işliyor? Bu bağlamda, ilgili bir konuya daha değineyim: Osmanlı'da yürürlükte olan üretimin ne olduğu tartışmasına iktisat tarihçisi Ömer Lütfi Barkan da katılmıştı. Barkan, Marksist değildi ve 'ATÜT' gibi bir yaklaşımı da yoktu, ama Batı feodalizminden farklı bir yapı olduğunu savunduğu için o da bu tartışmalara katılıyordu. Barkan'ın bu yaklaşımını birçok milliyetçi tarihçide de görebilirsiniz. Milliyetçi ideolojinin, 'kendi geçmişini benzersizleştirmek' diye özetleyebileceğimiz bir eğilimi vardır. Tarihçiliğin kendisi olgularla uğraşmak zorunda olduğu, olgular da, yakından bakıldığında, hep çok özgül göründüğü için, bu eğilimin doğrudan doğruya disiplinin kendisi tarafından teşvik edildiği de söylenebilir. Hiç şüphe yok ki bu özgüllükler önemlidir ve birtakım genellemeler içinde boğulup gitmelerine meydan verilmemelidir. Ama insan topluluklarının tarihi serüvenlerinde, benzemezlikler kadar benzerliklerin de yeri olduğunu unutmamak gerekir. Çünkü sonuçta insan yaşantısı insan yaşantısıdır ve tıpatıp aynı iki topluluk bulmak mümkün olmasa da, bir topluluğun bir tarihi özelliğinin benzerlerini başka birçok toplulukta bulmak mümkündür. Bunları görmemekte ısrar edersek, 'biz bize benzeriz'cilikten 'Türk'ün Türk'ten başka dostu yok'çuluğa kolayca kayarız, çünkü bunlar birbirine oldukça yakın mevkilerdir. Bu çerçevede Türkiye'nin modernleşme süreci de büsbütün benzersiz, eşi menendi görülmemiş bir şey değildir. Bu hareket, ilk ulus-devlet örnekleri Britanya, ABD ve Fransa gibi, aristokratik ve kolonizatör bir egemen yapıya karşı bir örgürleşme mücadelesi olarak başlatılmış bir orta sınıf (burjuva) hareketi değildir. Dolayısıyla süreç oradakilere benzemez (Türkiye'de olan birçok şey, o toplumlardaki bazı özellikle yakın olsa da). Ama Almanya veya Japonya gibi, modernizasyonun ordu öncülüğünde yapıldığı ülkelerle bizim aramızda, bu temel noktada bir benzerlik veya bir ortaklık vardır (tabii gene başka ayrıntılara geçtiğimizde, ortaklığın yanında pek çok farklılıkla da karşılaşırız). Var olan bir baskıcı devlet yapısından kurtulmak için mücadele etmekle, 'devleti kurtarmak' için mücadele etmek arasında ciddi bir mesafe, bir farklılık var. Bu, dünya haritasının hangi noktasında bulunurlarsa bulunsunlar, birincilerle ikincileri kalın bir çizgiyle birbirinden ayırmıştır.

Hilton Paris Co.

kaynak:http://www.ntvmsnbc.com/news/410398.asp
Güncelleme: 17:47 TSİ 07 Haziran 2007 Perşembe
NEW YORK - Los Angeles şerif sözcüsü Steve Whitmore, sağlık görevlileriyle yapılan görüş alışverişinin ardından, Hilton’un sağlık nedenleriyle erken salıverilmesine karar verildiğini açıkladı. Sağlık nedenlerinin ne olduğu konusunda bilgi verilmedi.

Whitmore, bugün cezaevinden çıkarılan Hilton’un ayak bileğine elektronik izleme aygıtı takıldığını ve 40 gün boyunca kendi evinde hapis kalacağını belirtti.

Onlar açıklamamış, ben açıklayayım size ne olduğunu : Hanfendinin fönü kaçmış! Belki de zorlu hapishane koşullarından dolayı tırnağı kırılmıştır ve özel manikürcüsü ve kuaförü ve de makyözü yanında olmadığından dolayı kırık tırnakla ve fönsüz saçlarla gezmeyi psikolojisi daha fazla kaldıramamıştır? neden bu kadar gidiliyor bu kızcağızın(!) üstüne anlamıyorum. Güzel ve zengin olmak suç mu? Kimse çekemiyor kendi parasıyla porno çeken yapmacık ultra sosyete bebeği.. Hayret bişii yani.

11 milyon kişi nasıl taşınamaz?

Radikal Gezetesinden 07/06/2007 tarihli ufak bir haberi aşağıya alıntılamak istiyorum.
11 milyon kişi nasıl taşınamaz?

"AA - İSTANBUL - Türkiye nüfusunun yaklaşık yedide biri, her gün İstanbul toprakları üzerinde bir yerden bir yere gitmeye çabalıyor. Büyükşehir Belediyesi'nin rakamlarına göre, İstanbul'da her gün 8 milyon 445 bini toplu ulaşım aracıyla, 3 milyonu da özel araçla toplam 11 milyon 445 bin kişi seyahat ediyor.

İki denize kıyısı olan kentte, günlük seyahatler buna rağmen karayolu ağırlıklı. Kent içinde lastik tekerli araçlarla yapılan seyahatlerin oranı yüzde 89'u buluyor. Yaklaşık 5 bin minibüsün ulaşımdaki payı yüzde 20.72. İETT'yse toplu taşımanın yüzde 30.78'ini yükleniyor. İl genelinde 18 bin taksi ve 572 taksi dolmuş da her gün 1 milyon 200 bin yolcuyu (yüzde 14.20) taşıyor. Devlet Demiryolları ve İstanbul Ulaşım A.Ş.''ye bağlı raylı sistemlerde taşınan yolcu sayısı 930 bin. Bu rakamın toplu taşıma sistemi içindeki payı yüzde 11. Denizin toplu taşıma içindeki payı sadece yüzde 4.32..."
Şimdi, haber her gün İstanbul trafiğine düşüp evden okula, işe sonra tekrar eve gitmeye çalışan bu 11 milyon İstanbullu için zaten şaşırtıcı değil. hepimiz bir parçayız o güruhun.
Bu haberde dikkatinizi özellikle koyu yazılmış cümlelere ve rakammlara çekmek istiyorum. İETT, demiryolları ve deniz ulaşımının yüzdelerini topladığınızda toplu taşımada her gün en az 5milyon İstanbullunun akbil bastığı sonucuna ulaşıyorsunuz. 5milyon ve her gün! ayda 150 milyon kezn "dını dıııtt" sesi demek bu.
Ve bu bilet ve akbil fiyatlarıyla, bu rakamlarla biz İstanbulluları halen 1970'ten kalma kırmızı otobüslere konserveye doluşturur gibi doldurmayı reva görüyorlar ya pes! Ağzımıza bal çalmak için geçen sene aldıkları taze yeşil otobüslere kanmayın. Bunu, hali hazırda bazı bakanlıklardan daha fazla bütçesi olan bir büyükşehir belediyesi zaten çoktan yapmak zorundaydı. Böyle bir gelirle (elbette şöforlerin maaşları, yakıt, onarım vs. gibi giderler de var ama günde 5milyon akbil be arkadaşım!) neden tüm filonun yenilenmediğini bir vatandaş ve İstanbullu olarak sormak istiyorum...
Haberin kaynağı: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=223400


Önce, Cem Yılmaz'ın 3., hatta 4. sınıf mizah dergilerinde bile çıkmayacak kadar zevksiz (espiri demeye dilim varmıyor) şakaları(!) geldi. şakaya da hakaret ettim ya, neyse.

Tam "bizden sömürdükleri vergi paraları için bu kadar düşülmez!" diyordum ki, MFÖ efsanesinin "M"si bünyemde engel olamadığım titreşimler, depremler yarattı. Nerde kaldı ağır abilik? Nerde kaldı 'şapkasız çıkmam abi' imajı? Okuduğun reklam metninden bi'haber misin sevgili Mahzar Alanson? Ya sarı laler ısmarladığın sevgili eşin? Tüm temiz gençlik duygularımı yüklediğim şarkı sözlerini yerle bir etmeye ne hakkınız var üç kuruş için?

İlhan Şeşen amcamız da insanüstü enerji tasarrufu sağlayan buzdolabı ile ilanı aşk ediyor. Artık reklam gereği midir, yoksa yıllarca aşkın, sevginin sıcaklığını hissettik sesinden şimdi buzdolabı gibi mekanik bi' cihaz üstünden nasıl aşk felsefesi yapacağız hocam?
Anlayan beri gelsin. Adı geçen tüm ünlülerden nacizane bir gönül dostu olarak cevap bekliyorum,
nedir arkadaşım bu kapitalizmin sanatı sürüklediği nokta?
hadi ben sıradan bir edebiyatçıyım, reklama, paraya ihtiyacım var.
Cem Yılmaz'ın o kadar parayla, benim kulaklarımı zedelemeye ne hakkı var?
Şiddetle kınıyoruz Sevgili Cem.
Kusura kalma..

Sinirlendim ben! azcık kalite istiyorum 'sanatçı' reklamlarında. 5-6 yıl evvel ki -kendisi yok adı var- telsim reklamlarında stand-up metni okur gibiydi Cem Yılmaz. Bu bağlamda, Cem Yılmaz aynı Cem Yılmaz ise, Türk Telekom'un batan Telsim kadar reklama ayırcak parası yok demek ki. Yaşımdan başımdan utanmadan, bu reklamların metin
yazarlarını, 'kreatif art direktörlerini' silkinip kendilerine gelmeye davet ediyorum.

bitti. rahatladım valla. iyi ki varsın blog..

çaresiz entellik..



İnsanlar aç.
İnsanlar ölüyor.Çocuklar,
hem de en masumundan,
çıplak.
Kemik torbası çocuklar,
Gözleri çipil çipil.
Bir gözleri kalmış zaten,
Aç aç..
Artık bakamıyorlar bile.



Afganistan Mayıs'07 ©ntvmsnbc.com



İnsanlar ölüyor.

Ben de aç çocuklar üstüne
Tanık olduğum birkaç fotoğraftan
ahkam kesiyorum,
Ne haddimeyse artık!
Sırtım hafif hafif sızlıyor
diye
mızmızlanmayı hak sayıyorum kendime.

Oysa çocuklar ölüyor,
Bense nankörlük taslıyorum.
Tanrı insanlığın fişini çekse artık.
Çocuklar daha doğmadan ölmese…
diyorum.
diliyorum.


Gazze Mayıs'07 ©ntvmsnbc.com


bir anlığına da Vinci'nin "vitrivius adami" adlı çalışmasının bir erkek anatomisi değil de dişi bedenin mükemmeliğini gösteren bir çalışma olduğunu varsayın...





















mükemmel dairenin ortasında, insanlığı temsilen mükemmel dişi...doğurganlığım sembolü, neslin devamı...
telaşlanmayın hemen, burdan yola çıkıp leonardo üstüne ahkam kesmeyeceğim, ya da kadınları küçümsediğini, ve diğer çağdaşları gibi erkekleri yücelttiğini de söylemeyeceğim..
Hele Dan Brown'a göre, bütün gizem zaten da Vinci'nin kutsal dişi simgelerinde gizli... Ama insan anatomisinin mükemmeliğini anlatırken neden "human=man"e dönüşüyor bunu anlamaya çalışıyorum...

ömür 1 gündür, o da bugün!

bugün 1 haziran.
bugün "zamanın asla ölmediğinin" benim hayatımdaki kanıtı.
bugün bir hastane penceresinden İstanbul'a bakıp, "herkes dışarda cıvır cıvır askılılarla, sandaletlerle yazın gelişini kutluyor, benim bu hastane odasında ne işim var lan?!" sorusunu sorduğum gün. Çıkarın beni burdaaaaaaaan!


1 haziran takvimlere göre yazın ilk günü.
Benim ömrüme göre ikinci doğum günüm,
uyanışım, aydınlanışım; yaşamı yeniden sevişim.
"Bir şeyler değişsin artık." dediğim,
Bazılarından geri dönsem de kendime sözler verdiğim gün.

Hayatın, bana ne kadar güzel olduğunu hatırlatmak için attığı tokatın 3.yılı bugün.
ve ben gülerek hatırlıyorum şimdi o pembe pijamalı, salak halimi:)

Bugün yazın ilk günü!
and I'm still alive...

Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Best for Firefox, Opera&Maxthon @ 1280x720 :: Ocak 2008'den beri gelen giden: :: © 2007 - Eternity 9Kare.Net Yazı İşleri Ürünüdür :: iletişim::