Artık neredeyse yaygın hiçbir dilin kelimelerini web sitesi adresi olarak kullanmak mümkün değil. Çünkü hepsi alınmış durumda. Peki kim bu adres avcıları?
İnternetin popülerleşmeye başladığı yılların en çarpıcı haberleri yüksek bedeller karşılığı satılan web adresleriydi. Kimi örnekleri milyonlarca dolara alıcı bulan adresler bir anda yüz binlerce kişinin alınmamış adresleri avlamasını tetiklemişti. Bugün gelinen noktada internette sonu .com ile biten bir adres bulabilmek tamamen tesadüflere bağlı...
Soğuk.
Dondurucu değil belki ama,
Paylaşılmadıkça daha da soğuk olan soğuklardan.
Yalnızlığın soğuğuna denk bir, lodos soğuğu..
mürekkebi donduran cinsten..
30saniye ile kaçırılan vapurların öfkesi gibi soğuk.
Çayla veya ellerini birbirine sürterek ısınmana izin vermeyen bir soğuk.

İnsanı bir dilenciye,
bir şaire,
ya da bir martıya
çevirebilecek kadar çok soğuk.
ve lodosa inat alabildiğine sakin bir deniz.
denizin kıyısında açgözlü martı;
açgözlünün gagasında ekmek parçası;
denizin kıyısında bir şair bozuntusu,
bozuntunun elinde mürekkebi donan
bir kalem...
açgözlü martı,
şair bozuntusu,
ikisi de boğaz derdinde,
Boğaz lodosun derdinde.
lodosun takıntısı soğuk,
o da fanileri dondurmanın derdinde..."
08.01.07 beşiktaş-istanbul.
ara beni, bul beni foto-şiir
Siz, saatleri yaşadınız.
Zamantaşlarını...
Niceldir saatler...
Adsızdırlar. Renklerini, kokularını kişiselliklerden alırlar...Siz, saatleri yaşadınız.
Henüz sözcük haline dönüşmemiş, ya da bir sözcük karşılığı oluşmamış durumlar yarattınız.... Aylar ayları açıklıyor. Saatler saatleri kum saatiyle açıklayabiliyor.
Açıklanmayan tek şey, AŞK..
Cemal Süreyya
ara beni, bul beni foto-şiir
Benzersizlik özlemi
Bugün bunu biraz açmak istiyorum. Bu kavramın bizim tarihçiliğimiz çerçevesinde oynadığı rolün olumlu olduğunu düşünmekle birlikte, 1) Osmanlı toplumunun temel yapısını açıklamakta ve 2) Modern Türkiye'nin siyasi üstyapısını açıklamakta yeterli olduğu kanısında değilim. Bugünün Türkiye'sinin niçin böyle bir ülke olduğunu anlamak üzere, o kadar eskilere gitmek bence çok yararlı bir uğraş değil, 'modernizasyon' sürecinin kendisine bakarak çok daha verimli sonuçlar alabiliriz. Bu sürecin 'özne'si kim, öznenin 'ideoloji'si nasıl bir ideoloji, süreç nasıl bir ortamda işliyor? Bu bağlamda, ilgili bir konuya daha değineyim: Osmanlı'da yürürlükte olan üretimin ne olduğu tartışmasına iktisat tarihçisi Ömer Lütfi Barkan da katılmıştı. Barkan, Marksist değildi ve 'ATÜT' gibi bir yaklaşımı da yoktu, ama Batı feodalizminden farklı bir yapı olduğunu savunduğu için o da bu tartışmalara katılıyordu. Barkan'ın bu yaklaşımını birçok milliyetçi tarihçide de görebilirsiniz. Milliyetçi ideolojinin, 'kendi geçmişini benzersizleştirmek' diye özetleyebileceğimiz bir eğilimi vardır. Tarihçiliğin kendisi olgularla uğraşmak zorunda olduğu, olgular da, yakından bakıldığında, hep çok özgül göründüğü için, bu eğilimin doğrudan doğruya disiplinin kendisi tarafından teşvik edildiği de söylenebilir. Hiç şüphe yok ki bu özgüllükler önemlidir ve birtakım genellemeler içinde boğulup gitmelerine meydan verilmemelidir. Ama insan topluluklarının tarihi serüvenlerinde, benzemezlikler kadar benzerliklerin de yeri olduğunu unutmamak gerekir. Çünkü sonuçta insan yaşantısı insan yaşantısıdır ve tıpatıp aynı iki topluluk bulmak mümkün olmasa da, bir topluluğun bir tarihi özelliğinin benzerlerini başka birçok toplulukta bulmak mümkündür. Bunları görmemekte ısrar edersek, 'biz bize benzeriz'cilikten 'Türk'ün Türk'ten başka dostu yok'çuluğa kolayca kayarız, çünkü bunlar birbirine oldukça yakın mevkilerdir. Bu çerçevede Türkiye'nin modernleşme süreci de büsbütün benzersiz, eşi menendi görülmemiş bir şey değildir. Bu hareket, ilk ulus-devlet örnekleri Britanya, ABD ve Fransa gibi, aristokratik ve kolonizatör bir egemen yapıya karşı bir örgürleşme mücadelesi olarak başlatılmış bir orta sınıf (burjuva) hareketi değildir. Dolayısıyla süreç oradakilere benzemez (Türkiye'de olan birçok şey, o toplumlardaki bazı özellikle yakın olsa da). Ama Almanya veya Japonya gibi, modernizasyonun ordu öncülüğünde yapıldığı ülkelerle bizim aramızda, bu temel noktada bir benzerlik veya bir ortaklık vardır (tabii gene başka ayrıntılara geçtiğimizde, ortaklığın yanında pek çok farklılıkla da karşılaşırız). Var olan bir baskıcı devlet yapısından kurtulmak için mücadele etmekle, 'devleti kurtarmak' için mücadele etmek arasında ciddi bir mesafe, bir farklılık var. Bu, dünya haritasının hangi noktasında bulunurlarsa bulunsunlar, birincilerle ikincileri kalın bir çizgiyle birbirinden ayırmıştır.
kaynak:http://www.ntvmsnbc.com/news/410398.asp
Güncelleme: 17:47 TSİ 07 Haziran 2007 Perşembe
NEW YORK - Los Angeles şerif sözcüsü Steve Whitmore, sağlık görevlileriyle yapılan görüş alışverişinin ardından, Hilton’un sağlık nedenleriyle erken salıverilmesine karar verildiğini açıkladı. Sağlık nedenlerinin ne olduğu konusunda bilgi verilmedi.
Whitmore, bugün cezaevinden çıkarılan Hilton’un ayak bileğine elektronik izleme aygıtı takıldığını ve 40 gün boyunca kendi evinde hapis kalacağını belirtti.
Onlar açıklamamış, ben açıklayayım size ne olduğunu : Hanfendinin fönü kaçmış! Belki de zorlu hapishane koşullarından dolayı tırnağı kırılmıştır ve özel manikürcüsü ve kuaförü ve de makyözü yanında olmadığından dolayı kırık tırnakla ve fönsüz saçlarla gezmeyi psikolojisi daha fazla kaldıramamıştır? neden bu kadar gidiliyor bu kızcağızın(!) üstüne anlamıyorum. Güzel ve zengin olmak suç mu? Kimse çekemiyor kendi parasıyla porno çeken yapmacık ultra sosyete bebeği.. Hayret bişii yani.
ara beni, bul beni yorum
"AA - İSTANBUL - Türkiye nüfusunun yaklaşık yedide biri, her gün İstanbul toprakları üzerinde bir yerden bir yere gitmeye çabalıyor. Büyükşehir Belediyesi'nin rakamlarına göre, İstanbul'da her gün 8 milyon 445 bini toplu ulaşım aracıyla, 3 milyonu da özel araçla toplam 11 milyon 445 bin kişi seyahat ediyor.
İki denize kıyısı olan kentte, günlük seyahatler buna rağmen karayolu ağırlıklı. Kent içinde lastik tekerli araçlarla yapılan seyahatlerin oranı yüzde 89'u buluyor. Yaklaşık 5 bin minibüsün ulaşımdaki payı yüzde 20.72. İETT'yse toplu taşımanın yüzde 30.78'ini yükleniyor. İl genelinde 18 bin taksi ve 572 taksi dolmuş da her gün 1 milyon 200 bin yolcuyu (yüzde 14.20) taşıyor. Devlet Demiryolları ve İstanbul Ulaşım A.Ş.''ye bağlı raylı sistemlerde taşınan yolcu sayısı 930 bin. Bu rakamın toplu taşıma sistemi içindeki payı yüzde 11. Denizin toplu taşıma içindeki payı sadece yüzde 4.32..."
ara beni, bul beni yorum
gönlümüzde taht kurmuş sanatçılar reklam filminde oynamasın!
0 yorum yazar,çizer Duygu KocabaylıoğluTam "bizden sömürdükleri vergi paraları için bu kadar düşülmez!" diyordum ki, MFÖ efsanesinin "M"si bünyemde engel olamadığım titreşimler, depremler yarattı. Nerde kaldı ağır abilik? Nerde kaldı 'şapkasız çıkmam abi' imajı? Okuduğun reklam metninden bi'haber misin sevgili Mahzar Alanson? Ya sarı laler ısmarladığın sevgili eşin? Tüm temiz gençlik duygularımı yüklediğim şarkı sözlerini yerle bir etmeye ne hakkınız var üç kuruş için?
İlhan Şeşen amcamız da insanüstü enerji tasarrufu sağlayan buzdolabı ile ilanı aşk ediyor. Artık reklam gereği midir, yoksa yıllarca aşkın, sevginin sıcaklığını hissettik sesinden şimdi buzdolabı gibi mekanik bi' cihaz üstünden nasıl aşk felsefesi yapacağız hocam?
Anlayan beri gelsin. Adı geçen tüm ünlülerden nacizane bir gönül dostu olarak cevap bekliyorum,
nedir arkadaşım bu kapitalizmin sanatı sürüklediği nokta?
hadi ben sıradan bir edebiyatçıyım, reklama, paraya ihtiyacım var.
Cem Yılmaz'ın o kadar parayla, benim kulaklarımı zedelemeye ne hakkı var?
yazarlarını, 'kreatif art direktörlerini' silkinip kendilerine gelmeye davet ediyorum.
bitti. rahatladım valla. iyi ki varsın blog..
ara beni, bul beni yorum
İnsanlar ölüyor.Çocuklar,
hem de en masumundan,
çıplak.
Kemik torbası çocuklar,
Gözleri çipil çipil.
Bir gözleri kalmış zaten,
Aç aç..
Artık bakamıyorlar bile.
Afganistan Mayıs'07 ©ntvmsnbc.com
Sırtım hafif hafif sızlıyor
diye
mızmızlanmayı hak sayıyorum kendime.
Oysa çocuklar ölüyor,
Bense nankörlük taslıyorum.
Tanrı insanlığın fişini çekse artık.
Çocuklar daha doğmadan ölmese…
diyorum.
diliyorum.

mükemmel dairenin ortasında, insanlığı temsilen mükemmel dişi...doğurganlığım sembolü, neslin devamı...
telaşlanmayın hemen, burdan yola çıkıp leonardo üstüne ahkam kesmeyeceğim, ya da kadınları küçümsediğini, ve diğer çağdaşları gibi erkekleri yücelttiğini de söylemeyeceğim..
Hele Dan Brown'a göre, bütün gizem zaten da Vinci'nin kutsal dişi simgelerinde gizli... Ama insan anatomisinin mükemmeliğini anlatırken neden "human=man"e dönüşüyor bunu anlamaya çalışıyorum...
ara beni, bul beni aforizma
bugün 1 haziran.
bugün "zamanın asla ölmediğinin" benim hayatımdaki kanıtı.
bugün bir hastane penceresinden İstanbul'a bakıp, "herkes dışarda cıvır cıvır askılılarla, sandaletlerle yazın gelişini kutluyor, benim bu hastane odasında ne işim var lan?!" sorusunu sorduğum gün. Çıkarın beni burdaaaaaaaan!
1 haziran takvimlere göre yazın ilk günü.
Benim ömrüme göre ikinci doğum günüm,
uyanışım, aydınlanışım; yaşamı yeniden sevişim.
"Bir şeyler değişsin artık." dediğim,
Bazılarından geri dönsem de kendime sözler verdiğim gün.
Hayatın, bana ne kadar güzel olduğunu hatırlatmak için attığı tokatın 3.yılı bugün.
ve ben gülerek hatırlıyorum şimdi o pembe pijamalı, salak halimi:)
Bugün yazın ilk günü!
and I'm still alive...
ara beni, bul beni aforizma
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa



