yatağımın ve benim içime yağmur yağıyor...
Vakti zamanında bir iş için bu metni kaleme almışım. Sonra kullanılmamış, bilgisayarın bir köşesine atılmış byte'lar olarak kalmış kelimlerim. İçim el vermedi bari şuracağıa koyayım istedim. Buyursunlar, Şiir ne olaki...?
Ardı ardına dizilmiş kelimelerdir şiirdir.
Şiir duygudur,
Şiir güzelliktir,
Şiir aşktır.
Şiir, şairin aşka gelmesidir.
Şiir edebiyatın ta kendisidir!
Şiir verebileceğiniz hiçbir tanıma, hiçbir kalıba sığmaz. “Budur!” dersiniz, oradan taşar; “Şudur!” dersiniz, elinizle koysanız oracıkta durmaz. Ama illa ki bir tanım isterseniz, ses ve ritmin dilin sözcüklerinde can bulmasıdır şiir. Her şeyi anlatabilirsiniz şiirin dizelerinde; ne çok çektiren o nasırı, kıyıya vuran bir deniz dalgasını, bir vatana duyulan sevgiyi, sadakati ya da Mecnun’un Leyla’ya vuruluşunu… Edebiyat metinlerini dili kullanan araçlar olarak görebilirsiniz; fakat şiirin amacı sadece kendisi olmaktır.
Şiirin yarışı yoktur; kavgası vardır. Varoluş mücadelesi vardır. Şiirde dilin sesini duyarsınız. Yaşsız, zamanın ötesinde bir sestir bu. Size ta Homeros’tan da sesleniyor olabilir, Shakespeare’ den de. Antik Yunan’ın beş ana sanatından biridir şiir. Buradan bakınca, tüm edebiyatın aslında şiirinden geldiğini görürsünüz. Şiir gelişmez, ancak dönüşebilir. Fakat şiir dili günümüzdeki özgürlüğüne çok zorlu süreçlerden sonra kavuşabilmiştir.
Yüzyıllardır şiirin ne olup olmadığı ya da ne olup, ne olmaması gerektiği, neye göre inceleneceği edebiyatçıların ve edebiyatçı olmayan dilbilimcilerin, düşünürlerin oldukça çok tartıştığı bir mesele olmuştur. Yakın zamana kadar, yani 20yy.’ın başlarına kadar, şiirde hangi konuların işlenebileceğine az çok hüküm getirmiş olan ve daha ziyade şiirin üslup yönüyle uğraşan edebiyat camiası, geride bıraktığımız son asırda şiirin içine gündelik hayatın girmesiyle neye uğradığını şaşırmıştır. Artık ele alınması gereken konular birken, ikiye çıkmıştır.
Gelin hep birlikte şiirin tarihçesinde neler olup bitmiş bir bakalım.
Poetry by ~zebr on deviantART
Şiirin bugün de geçerli olan bir tanımına göre, şiirsel ile gündelik konuşma dili arasında çok ince bir ayrım vardır: Birtakım sözdizimleri, benzetme ya da eğretileme gibi sanatlarının sıkça ve bilinçli olarak kullanılması, belli bir "şiirsel" ses tonu şiir dilini günlük dilden ayıran özellikler olarak sıralanmaktadır. Fakat bu derli toplu tanım ancak modernizm öncesine aittir.
1910'larda Avrupa’da ortaya çıkan Yeni Ruh anlayışının etkisiyle, şiiri düzyazıdan kesin çizgilerle ayıran, önceden tanımlanmış söz sanatlarını bütünü ile sınırlandıran bakış açısından uzaklaşılmıştır. Şiirin gündelik dilden beslenmesi gerektiği ve ancak bu besinle kendini başına ilerleyebileceği önemli şairler tarafından öne sürülmüştür (örneğin İngiliz şair ve yazar T. S. Eliot). Klasik akım ile yenilikçiliğin kesişme noktalarından birini oluşturan Fransız şair Paul Valery ise, “şiirin gündelik konuşma dilinin içinde özel bölge olduğunu" söyleyerek aradaki yakınlık kadar farklılığa da dikkatleri çekmiştir. Valery'inin şiirle düzyazı arasındaki farklılığı kısaca açıkladığı bir örneği bulunmaktadır: “şiirle düzyazı arasındaki fark, yürümekle dans etmek arasındaki farklılığa benzer.” Açıklarsak, yürüme eyleminde insanın bacakları ve gövdesi, kendi varoluşları dışında bir amaca hizmet etmektedirler; bir yerden başka bir yere gitmenin aracı durumundadır. Fakat dans hareketlerinin kendi varoluşları dışında bir amaçları yoktur. Elimizdeki edebi malzemeye uyarlarsak, düzyazıda da dil bir mesajı iletmenin aracıdır; mesaj iletildikten sonra sözcüklerin ne olduğunun bir önemi kalmaz. Öte yandan şiirde vurgu, sözcüklerin işaret ettiği mesaj üzerinde değil, sözcüklerin bizatihi kendisi üzerinde yoğunlaşır. Şiirde mesaj dilin kendisinden ayrılmaz. Ünlü filozof J. P. Sartre da Qu'est-ce que litterature adlı eserinde (1947; Edebiyat Nedir?, 67, 1982), Valery'nin izinden hareket ederek, yazı dilinin "saydam, geçirgen", şiir dilinin ise "mat, ışık geçirmez" olduğunu, yani kendi dışını gösterme amacı taşımadığını söyler. Bir başka deyişle, şiirde "neyin" söylendiğinden çok, "nasıl" söylendiği önem arz etmektedir. Bu görüşte varoluşçuluğun etkisi açıkça görülmektedir.
Varoluşçuluğun karşısındaki akım, yapısalcılıksa şiirle manzume arasındaki ayrımı gereksiz görüp, düzyazıyı da yalnızca saydam bir iletişim aracı saymanın yanlış olduğunu savunmaktadır. Roland Barthes ve Gerard Genette gibi bazı Fransız eleştirmenlere göre, genellikle tüm metinsel anlatılarda öyle ya da böyle kullanılan söz sanatları ancak bir takım yöntemlerle çözülebilirdi. Bu görüşe göre, kurmaca şiiri de, düzyazı da kapsayan bir alan olarak görülmüştür. Zira kurmacalar gerçeğin kendisini vermez, bir takım edebi uzlaşma çerçevesinde gerçeğin dönüştürülmüş, yeniden kurulmuş halini verirler.
Fakat bu getirilmek istenen açıklamalar da şiirin neden farklılaştığını göstermek açısından yeterli değildir.
Bir başka görüşe göre, “bir şiiri bir dilden bir başka dile çevirirken; çevrilemeyen, çevrilemeden kalan şey neyse, o şiirdir.” Bir şiirdeki aynı duyguları, hatta aynı etkiyi başka bir dilde yeniden kurmak mümkün gibi görünse de, artık orada başka bir şiir olacaktır. Çünkü farklı bir dilde, farklı bir kültür ve gelenek içerisinde okunacaktır.
Şiiri aslında kendisiyle en çok özdeşleşmiş kelimelerden biri olan romantizm kuramı açıklamaktadır. Şiir, düşünceyle açıklanamayacak bir duyusal ya da maddi öğedir romantizme göre.
Şiirin konusu çoğu zaman şiirin bizzat kendisidir.
Tarih boyunca sürmüş tartışmaları aklımızın bir kenarında tutarak şiire kulak vermek en iyisidir.
Ve gerçekten en güzel şiir henüz yazılmamış olandır…
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa