kağıtlar dağıtıldıktan sonra
masadan kalkamazsın…
Kız kabuslar görüyordu… öyle kabuslar ki, senaryolaştırsa korku filmi bile çekilebilirdi belki. Kabusunda gördüğü her nesne , her mekan, çorap gibi sökülerek eriyip, kayboluyordu.
Bacaklarını toplayıp, ne kadar yukarıya tırmanırsa tırmansın sökülen sıralar hızla onu takip ediyordu; kendi sonunun yaklaştığını anladığındaysa duyulmayan çığlıklar içinde uyanıyordu… aylardır, dizi film gibi, aynı kabusu görüyor ve hiçbir şey yapmıyordu.. yapmamayı tercih ediyordu… sıkıntılı zamanlarında olurdu böyle şeyler..yıllar önce, ailesinden ilk ayrıldığı aylarda kollarında çıkan kırmızı, kaşıntılı benekler gibiydi tıpkı bu kabuslar da… nasıl olsa geçeceklerdi… tıpkı, kendisine tecavüz edildiğini ve her seferinde teslim olduğunu gördüğü kabuslar gibi… ne garip.. her sene gördüğü kabusların senaryosu değişiyordu. ..
Kalktı, köpüklü bir bira daha dolurdu kendine. Erkeklerle, insanlarla baş etmeyi öğrenmişti; ama, hala köpüksüz bira koyamıyordu bardaklara…
Her şey, saçma sapan bir hızla değişiyordu… Yıllar önce elinle koyduğunu, bir daha asla yerinde bulamıyordu insan.
“Geri dönüşümü olmayan hayatımı var gücümle tüketiyorum.” kendiyle konuşmaya devam ediyordu son yarım saattir. “Öteki sapaktan dönseydim, başıma ne geleceğini neden bilemiyorum?” Kaderin ana rahmindeyken çizildiğine inanmıyor olsa da, “keşke?” demekten kendini bir türlü alamıyordu… keşke o gün o kapıdan girmesiydim, keşke ona kapıyı hiç aralamasaydım… ve daha bir sürü zırva beynini kurcalıyordu… ah şu teknoloji insan beynine de uygulanabilseydi keşke! Bir “C:/ format” atabilse zihnine… anılarına, anlarına.
“fabrika ayarlarına” geri dönüşü olsa… işe yaramayan, virüslü dosyaları ayıklasa; sadece sağlamlar kalsa geriye…
“None Regrets! diyerek sen kendini kandır kızım, çevrendekiler o pişmanlıklarını bir bir yazıyor defterlerine… amaaan başlarım onların defterlerine de…”
Kuzeni “Boktan bir hayat felsefen var!” derken, haklımıydı acaba? Peh! Sanki, kuzenin kendisi çok düzgündü de...Kimin umurunda!
Aldatmalar, aldatılışlar, gitmeler…
Sahi hiç aldatıldı mı acaba? Hiç bilmiyordu bunu… Evet, kullanılarak, oynanarak hislerinin aldatıldığı pek çok an oldu ama, en azından klasik manasıyla aldatılmamıştı. Bu bir avuntu olabilir miydi peki?
“O kadar çekici ve dişi bir hatunum ki kimsenin g.tu beni aldatmayı yemez…Yok canım, git işine! Çocuk mu kandırıyorsun be güzelim. Uyan, ayıl da, kendine gel. Millet senden alacağını aldı, sktrdi gitti. Daha neyi gözüne sokayım, Tanrı aşkına?”
Kendine kızdığı kadar hiçbir şeye, hiç kimseye kızmıyordu aslında.
İnsan kaderini kendisi çizebiliyorsa, hatuncuğumuz kendi elleriyle hayatını mahvetmiş demektir. Şimdi, en başa sarıp bakalım desem, bu zoraki melonkolikten, eminim ki, herkes çok sıkılacaktır… En güzeli ufak örneklerle geçiştirmek… tıpkı, şu son günlerde dönen, popüler cips reklamlarında açlığın geçiştirildiği gibi… Misal 1: Ona en çok değer veren kişileri yanlış seçimleriyle kendiden kaçırarak, sonrasında “Neden yalnızım?” diye kederlenmek…
Misal 2: İki yıl önce, mevsimin gene bu tatlı zamanlarında, sabah ezanına kadar şarap içip yazdığı şu satırlar: “Neden beni kendinden çok sevenleri umarsızca kırıp acıtıyorum da, sevgimi hiç hak etmeyenlere yüreğimi sonuna dek açıyorum?”
Olmadığını, olmayacağını zar zor kabul edip, kabul etmiş görünüp, sonra da Tanrı’ya kızmak… Her biri olgunlaşmanın yaşanması gereken(!) parçaları olamayacak derecede ağır geliyor zaman zaman…
“Faturayı neden böylesine ağır faizlerle ödüyorum?”
Sonra bir parça çalmaya başlıyor, hani kendine inancını yeniden geri getiren…Tanrıyı 3 dakkalığına olsun bir kenara bırakıp, sadece sözlerine tapabileceğin, o içine işleyen, seni okuyan yıllanmış parça... sen daha ufacık bir çocukken bestelenmiş ve günün birinde yaşam kaynağına dönüşen o sözler…
Sonra…
Sonra, her şey değişiyor; her şey geçiyor.
Geceye mumlar yakıyorsun,
gene köpüğü kaçırılmış bira döküyorsun bardaklara…
Ve kendi şerefine kaldırmanın keyfini çıkartıyorsun!
ara beni, bul beni aşk, aykırı yazılar, edebiyat, hezeyan
Nerden gelir takılır insanın peşine eski şarkılar,
mırıldanırken kemirir içini,
ne başını hatırlayabilirsin
ne de yarım yamalak cümlelerini
sana anımsattıkları da yarım yamalaktır çünkü.
“insan unutmak istediğini unuturmuş”
palavrası çarpar yüzüne,
gidememenin can sıkıntısıyla
arafta debelenir kalırsın...
damarlarında rh pozitif kanı yerine
yüksek oranda fermante üzümsuyu, yanmış tütün kokusu, yavan kafein tadının
işte acıyı uyuşturacak ne varsa,
gezindiğini hissediyordu.
ayık kalmayı sevmezdi pek;
ayıkken farkındalığı artıyor,
bazı bazı dayanılmaz haller alıyordu.
zeki bir aptal,
akıllı bir deliydi;
hepsini birden taşımak öyle zordu ki.
ve
hepsinin farkındalığında olmak...
koşarak gitmek isterken,
iki ileri bir geri gidememek gibiydi
yaşamak bu aralar.
bir iyi
bir kötü.
ama
negatiflerin,
pozitifleri
elediği bir yaşamda
kanının rh pozitif akması
pek de
kâr etmiyordu o kış.

Kız,
uzaklardaki bir geminin
fotoğrafını çekti,
içindekileri düşledi.
baktı.
çekti.
düş-tü...
el salladı gemiye
ama,
onu görmediler.
içi burkuldu
ama
yaşamak da acı yenen bir çukulataydı
en nihayetinde
yedi.
düşledi
bitti.
Sonra kız,
bir İstanbul düşledi.
sığmadı kent
düş gecelerine.
kız kalkıp gitmek istedi,
bırakmadı İstanbul.
ne adamakıllı bırakıp gidebiliyordu
ne de kalabiliyordu.
İstanbul O’nun adıyla
başlayan bir kentti artık.
düştü kız.
kırıldı.
ama gidemedi.
günü birlik ısırıklardı
geriye kalan İstanbul’dan,
bir de gidememek korkusu
öyle ya,
bağımlıydı
nikotine, alkole, İstanbul’a, sevilmeye...
bir gündü,
kim demişti,
parkta tanıştığı bir adam,
27 çeşit bağımlılık varmış yeryüzünde;
üç beş tane de kendisinde
ne çıkar sanki!
büyük,
küçük,
hiç bir gemi gelmiyordu
uzaklardan.
düştü gördüklerinin hepsi,
kırıldı.
elleri kan revan.
Kız,
iki satır bir şeyler
karalamak istedi,
güneş battı,
göremedi,
ağlayamadı,
gitti...
Eee saki,
şarap da bitti
söyle şimdi neyleyim?
nerelere gidelim?
gidemez miyiz?
deme yahu...
öyle ciddi yani ha?
bu gün de geceye kavuştu dost.
oysa ben sanırdım ki
masadaki
tuzluk ve karabiberlik gibidir aşk.
masanın bir ucuna
gitti mi
tuzluk, onu özler
takılır peşi sıra
beyaz masa örtüsünde
kayar gider karabiberlik....
meğer
gecenin gündüzü kovalamasından
daha ciddiymiş yaşamak...
ara beni, bul beni aykırı yazılar, şiir
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa